Merhabalar efendim.Görüşmeyeli nasılsınız?Umarım iyisinizdir :)
Ben hava değişimi, iş stresi ve yorgunluğundan takviye ilaçlarla ayakta kalabilmekteyim.Allahtan bünye ilaç kokusuna alışıkda sorun olmuyor:)
Bugün konu başlığımızdan da anlayacağınız üzere Darülaceze hayatından bir kesit sunacağım sizlere.Eğer ilgi görürse devamıda gelecek.Bilmiyorum yaşlılarımızla ne kadar nasıl ilgileniriz.Ama bilinen gerçek ortada olandır. İşte size aktarmak istediğim de bu hayatlar.
Kalabalığın Ortasında Yalnızlık
|
Konumuz Darülaceze'de işitme engelli olmak. Daire 8'e düşüyor yolumuz. Recai Duloğlu ve Zeki Erol'un
sessiz dünyalarına. Biri aniden işitme duyusunu kaybetmiş, öteki ise
bir kazadan sonra. Hiç konuşmadan yaptığım bu röportajda kalabalığın
içindeki yalnızlıklarını anlattılar bize.
|
Kalabalığın
Ortasında Yalnızlık Recai Duloğlu'nun odasındayız. Tekerlekli
sandalyesinde, televizyona bakıyor. Televizyon son sesine kadar açık.
Röportaj için kalemimiz ve kağıdımız hazır. Sorularımızı kağıda
yazacağız. Recai Duloğlu yazdıklarımıza cevap veriyor. Duloğlu, 2000
yılında işitme engelli olmuş. On yedi aydır Darülaceze'de yaşıyor.
İşitme engelli olmadan önce de sigara damarlarını tıkadığı için iki
bacağı da kesilmiş. Duloğlu, sana hayat hikayemi anlatayım diyerek
başlıyor yüksek sesle konuşmaya. "Ben 1940 doğumluyum. On yedi aydır
buradayım. Kadıköy yolcu iskelesinde memurdum, askere gitmeden önce.
Askerden döndükten sonra işe almadılar. Elektrik işlerinde çalıştım.
1963 yılında evlendim. Anlaşamadık ayrıldık. O Almanya'ya gitti. Daha
sonra kahve açtım, kahveyi birahaneye çevirdim. Ama iflas ettim. Tabii
moral bozukluğuyla ayaklar ve gözler gitti. Sağ ayağımın kesilmesi için
imza attım. Ameliyattan sonra bir uyandım, ikisi de gitmiş, yok. 2000
yılında da işitme engelli oldum." Hiç soluk almadan anlatıyor Duloğlu.
Kağıda yazarak sormaya devam ediyoruz, bazen okuyamıyor yazıyı,
yazının üstünden geçiyoruz. "Sonra çok aradım doktoru ama bulamadım.
Sigara damarlarımı tıkadığı için kesildi bacaklarım."
"Hala sigara içiyor musunuz?" sorusuna cevabı şu oluyor. "Doktor
içme diyor. Ama ben içiyorum. Sordum doktora en azından günde üç tane
içeyim diye, olmaz dedi. Ben de şimdi on beş gün içiyorum, on beş gün
ağzıma bile sürmüyorum."
Nasıl işitme engelli olduğunu ise şöyle anlatıyor. "İlk önceleri ses
mes gelmeye başladı. Tuhaf bir ses. Sürekli ötüyordu kulağım. Doktora
gittim, üç gün sonra gel dedi. Gittim tekrar doktora, kulaklık takılması
gerekiyor dedi. Para yok ki, nasıl taktırsaydım. Birden bire sağır
oldum işte. Bazı insanlar konuştukları zaman duyabiliyorum. Tabii tam
duyamıyorum. Burada bir hemşire var, onu duyabiliyorum. Uzaktaki sesleri
duyabiliyorum bazen. Ama tam sağırım."
Duloğlu'nun günleri televizyon izleyerek ve kitap okuyarak geçiyor.
Kütüphaneden sürekli roman alıyor okumak için. Bunun dışında da hergün
gündelik gazeteleri okuduğunu söylüyor.
Duloğlu'nun odasından ayrılıyoruz. Karşı odada kalan Zeki Erol'un
yanına gidiyoruz. Zeki Erol sigara içiyor. Onun da iki bacağı kesilmiş.
Yatağının hemen yanı başında ayna ve komodin var. Bir dünya saklı sanki.
Aynanın üstünde şiir yazıyor ve fotoğraflar asılı. Komodinin üstünde de
fotoğraflar var. Biraz sonra bana, "Şuraya baktığında, geçmişin anıları
yaşıyor," diyecekti.
|
|
|
Zeki Erol ile
de kağıda yazarak anlaşıyoruz. Erol, 39 yaşında, on dokuz yıldır da
burada yaşıyor. 1986'nın son ayında trafik kazası geçiriyor. 1989 yılına
kadar hastanelerde geçiriyor hayatını. Hayatta kalabilmesi için yoğun
tedavilerden geçiyor. Serum tedavisinden sonra ise işitme engelli
oluyor. "Kazadan sonra bir yıla kadar evde kaldım. Özürlü insanlara
bizim toplumumuzun bir bakış açısı vardır, acıma duygusuyla bakıyorlar.
Böyle de bir şeyler başarabileceğinize, kendi ayaklarınızın üstünde
durabileceğinize inanmıyorlar. O yüzden de dışarıda yaşaması çok zordu.
Zaten evde yatakta geçiyordu hayatım. Hatta dışarı çıkmadan ve güneş
yüzü görmeden. "Erol, mobilya doğrama ustası ama yapmadığı iş kalmamış.
Trafik kazası geçirmeden önce gazetecilik bile yapmış. "Ben gazeteciliği
bir buçuk yıl yaptım. Hürriyet'te ve Milliyet'te muhabirlik yaptım.
Birçok fIaş haberde imzam çıkmıştır. Çok aktif bir hayatım vardı. Günde
iki saatlik uykuyla yaşardım. Bir günün içine çok şey sığdırırdım. Şimdi
arkaya dönüp baktığımda her şeyi yaşadığımı düşünüyorum. Ama
şimdi
bambaşka bir dünyadayım."
|
Erol, 1989'un
mart ayında gelmiş Darülaceze'ye. Buraya geldiğinde bacakları varmış.
1990 yılında da bacakları kesilmiş. "1990'ın ekiminde beni hastaneye
sevk ettiler. Bacaklarım kesildiğinde hayata yeniden merhaba dedim.
Kazadan sonra bacaklarım hep yara içindeydi. Yatalak bir şekilde
yaşıyordum. Beni hayattan küstürüyordu. Ne arabaya oturabiliyordum ne de
bir şey yapabiliyordum. Sabahtan akşama kadar ters yatıyordum. O
günlerde hayatla ilgili hiçbir şey düşünmüyordum. Bacaklarım kesildikten
sonra kendimi toparladım. Burada yapabileceğim şeyleri yapmaya
başladım. Rehabilitasyona gitmeye başladım, halı dokudum, maketlerle
kibrit çöpleriyle bir şeyler yapmaya başladım."
İşitme engellilere toplumda nasıl yaklaşıldığını soruyoruz. "Çok
istediğin bir şeyi engelli olsanda yapabilirsin ama insanlar bunu
anlamıyor. Yanına gelen insanlar sana hasta gözüyle bakıyor. 'Vah, vah,'
diyorlar. Aslında moral verdiğini sanarken, seni iyice umutsuzluğa
sürüklüyor."
"Peki, toplumun işitme engellilere nasıl yaklaşması gerekir?"
"Benimle sohbet etmeleri için özveri göstermeleri gerekiyor. Yeri
gelince acıyarak bakarlar ama özveriye gelince umursamazlar. Mesela
burada ki insanlar benim neden konuşmadığımı sorarlar, ben de anlatırım.
Sen bana özveri gösterecek misin, derim. Söz veriyorlar ama iş
konuşmaya gelince ben onları anlayamıyorum. Anlamadığımı söyleyince de
yazmayı düşünmüyor. İşine gelmiyor, uğraşmak istemiyor. İnsanların çoğu
böyle."
Erol, işitme engellilerin sorunlarını anlatmaya devam ediyor.
"Hayatının hiçbir döneminde aktif olma şansın yok. İnsanlar sana o şansı
tanımıyor. Burada dışarı çıktığımda duymadığım için dışlanıyorsun.
Duymadığını bildikleri için, kimse sana bir şey söylemeye kalkmıyor.
İnan bana sadece bacaklarının olmaması bir sorun değiL. Tüm sorun
duymamak. O her şeyi sorun yapıyor. Çünkü karşındaki insanlar ona göre
hareket etmeyi bilmiyor. Yalnızlığa itiliyoruz. Toplumun içindeyiz ama
etrafımızdaki kalabalığa rağmen yalnızlığı yaşıyoruz. Sen orada hiç
yokmuşsun gibi hareket ediliyor. Seni kimse umursamıyor. Herkes kendi
arasında konuşuyor. Sen de otur öyle. Sonra biri farkediyor, neden
konuşmuyorsun diye soruyor."
Erol, insanlar onunla anlaşmak istediğinde kendisinin de özveri
gösterdiğini söylüyor. "İnsanlar benimle konuşmak istediklerinde ben
onları anlarım. Çaba gösteririm. Gerçekten benimle iletişim kurmak
isteyenlere yardımcı olurum. Anlaşarnama olasılığı çok az olur. Ben
kendimi eğittim. Bazı ağız hareketlerini anlayabiliyorum. Şu günlerde
kimseyle iIetişimim yok. Çaba sarfetmekten bıktım artık."
Erol sürekli sigara yakıyor. Aynasındaki şiire bakıyoruz. Kendi
şiiri olduğunu söylüyor. Beş yıl öncesine kadar şiirler yazıyormuş. Ama
artık yazmadığını söylüyor. Nedeni ise, "Hayat anlamını kaybetmiş
gözümde. Her şey boş ve anlamsız. Ben şiir ve anı yazmayı severdim.
Mutluluk denilen şey insanlarla paylaşılandır. Tek başına yaptığın
hiçbir şeyin anlamı kalmaz. Başkalarıyla paylaşmadıkça, yaptıkların
anlam ifade etmemeye başlar. Bak şurada bilgisayarın parçaları duruyor,
yapmak için bir sebep bulamıyorum. Yazmak da öyle bir şey. Bir şeyleri
yaşar onu paylaşırsın. Ben yazmışım kimin umurunda." Komodini
göstererek, "Şuraya baktığında geçmişin anıları yaşıyor, sen
anlayamazsın. Elimde kalan tek şey. O anıları unutturacak bir şey
yaşamıyorsam, ne anlamı var ki yazmanın. "
Erol'u ikna etmeye çalışıyoruz ama ikna olmuyor, devam ediyor
anlatmaya haklı olduğunu göstermeye. "Şu duvar beyaz değil mi? Şimdi
beyaz, karanlığın içinde o beyaz siyah oluyor. Siyah gündüzleri neden
beyaz olmaz? Siyah, her zaman siyahtır değil mi? Ama beyaza bakınca da
siyah görüyorsun. Gündüzleri aydınlık ondan sonrası hep karanlık. Beyaz
bile siyah. Yalnızlık işte o."
Erol bize son olarak da şunları söylüyor. "İnsanların buraya gelip,
buradaki yalnız insanlara yarenlik yapmaları gerekir. Ne kadar huzur, ne
kadar güven olsa bile buradaki insanların en büyük sorunu yalnızlık.
Buradaki huzurun içine hayat katabilecek olan insanlardır. Dışarıdaki
insanların ilgisine ihtiyaçları var, buna ben de dahilim."
İŞTE EFENDİM DARÜLACEZEDE HAYAT BÖYLE