BEN Mİ ???

Fotoğrafım
22 YAŞINDA HENÜZ HAYATININ BAŞINDA HEMŞİRELİK GİBİ KUTSAL SAYILABİLECEK BİR MESLEĞE SAHİP OLUP ,ÖMRÜNÜ HASTANE KÖŞELERİNDE TÜKETEN AMA AYNI ZAMANDA BUNDAN BÜYÜK BİR ZEVK ALAN TİPİK BİR KEDİ ÖZELLİKLERİNE SAHİP KENDİNİ KEDİ SANAN BİRİYİM.

28 Aralık 2012 Cuma

HEDİYELEŞME ETKİNLİĞİ

KEŞKE GERÇEK OLSANIN YAPMIŞ OLDUĞU HEDİYELEŞME ETKİNLİĞİNDE YASEMİN KOKULU HAYAT İLE EŞELEŞMİŞTİM İŞTE ONDAN BANA GELEN GÜZEL HEDİYELER








KENDİSİNE BURDAN BİR KEZ DAHA TEŞEKKÜR EDİYORUM.

22 Aralık 2012 Cumartesi

KUŞ YEMLEME

Havalar soğudu malum kış kapımıza dayandı.Bizler sıcacık evlerimizde yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda otururken açlıktan ve soğuktan dışarda ölen canlılar var.Aslında hepimizin bildiği bazılarımızın ise çoktan yaptığı klasik kuş yemliklerinin bir derlemesini yaptım.Umarım bir nebze olsun katkımız olur.

İhtiyaçlarınız;
1 adet 20-30 cm yüksekliğinde 15-20 cm çapında plastik kavanoz
1 adet kafes tüneği 25 cm uznluğunda  20 cm kalın ip ya da en iyisi inşaat teli
Silikon ya da su geçirmez bir yapıştırıcı
1/2 kg kuş yemi

Önce kavanozu yıkayıp kurutun. 8 cm çapında (resimdeki gibi) kavanozu delin.
Deliğin alt kısmına tüneğin gireceği bir delik açın ve tüneği buradan içeri sokup hem içerden hem de dışardan yapıştırın. Teli kapağın üzerinden geçirip kullanılacağı yere takın.

        



Boş bir pet şişeyi resimdeki gibi iki ayrı yerden delip tahta kaşıklarımızı geçiriyoruz. Daha sonra pet şişemize kuş yemlerini dolduruyoruz. Son olarakta şişemizi uygun bir yere asıyoruz
Bu arada ufak bir uyarı, kaşıklar için deldiğimiz deliklerin arka tarafındakiler kaşık sapı kalınlığında uç tarafındaki delikler ise daha geniş. Kuş gelip gagaladığında ufak ufak dökülecek kadar.





Burda da kamufle edilmiş 5 lt lik su şişesinden yapılmış bir yemlik görüyoruz.Ortası delinmiş üzerine yaprak ve ağaç dalları yapıştırılmış.

 


Evdeki bayat ekmeklerimizi kapımızın önündeki bir ağacın dallarına geçirerekde böyle değerlendirebiliriz.




Hepsine tek tek kaynak göstermek isterdim ama internetten alıntı yaptığım için asıl kaynağa ulaşamadım.

21 Aralık 2012 Cuma

ARALIK AYI ÇEKİLİŞLERİ

ARALIK AYI GELDİ GEÇİYOR BİLE BİR KAÇ ÇEKİLİŞE KATILIP ŞANSIMIZI DENEYELİM

SEYYAH GÜLDEN  İŞLEME ÇERÇEVELER




İKİ DEFTER VE SHIMIZU İŞBİRLİĞİYLE DEFTER İSTEYEN


ÇAĞLADAN Bİ DOLU HEDİYE




NEŞELİ OYUNCAKLAR DAN HEDİYE VAR


TREND PINARINDAN MÜTHİŞ HEDİYELER

HASIR ŞAPKADAN HEDİYE VAR



SONSUZ DEKARASYONDAN HEDİYELER


5 Aralık 2012 Çarşamba

DARÜLACEZEDEN PORTRELER - 2

Yine bir yayın dizisiyle karşınızdayım sayn izleyici.Trafik yoğunluğuna bakacak olursak bu dizi daha uzaarrr... gider.Lafı çok uzatmayayım.Bugünkü portremiz Murtaza Amca.

 

Yatağa Bağımlılar Pavyonu




Adres, 'Yatağa Bağımlılar Pavyonu',
İsmi kulağa ilginç gelebilir ama Darülaceze'de yatağa mahkum hastalann kaldığı binaya verilen isim bu. Kimi sonradan yatalak olmuş kimi doğuştan. İlginç hayat öykülerine sahip her biri. Eski milli sporcu
Murtaza Cömert, Yatağa Bağımlılar Pavyonu'nun ev sahiplerinden. Onunla söyleşeceğiz. Burada başlayıp Almanya'lara varan hayatını, sonrasında ülkesine nasıl geri dönmek zorunda kaldığını anlatıyor. Hayat işte, öyle belirli bir durağı yok ki. Bazen memleket havasını soluyorsunuz, bazen de bir başka diyarın havasını. Murtaza Cömert'in şimdiki durağı ise Darülaceze...



Murtaza Cömert arkadaşlarının deyimiyle 'Dobracı Murtaza' bizi Yatağa Bağımlılar Pavyonu'nda karşılıyor. Nerede konuşalım diye düşünürken havanın pek de soğuk olmadığını söylüyorum. "Hadi, arkadaşlar bahçeye çıkalım o zaman!" diyor ve kadim Darülaceze'nin bahçesinde bir banka oturuyoruz. Öyle bir enerjisi var ki kendisine acınmasını istemiyor besbelli. Tekerlekli sandalyeye mahkum olmak onu yaşamdan koparamamış. Darülaceze, ölümü beklediği son durak değil, ona biçilmiş hayattaki duraklardan biri gibi.
Artık onu dinliyoruz, anlatmaya başlıyor:
"Yozgat'ta doğdum, kökenlerim Erzincan'a dayanıyor. Kürt­Türkmen kanşımıyım, melezim yani. İlkokulu memleketimde okuduktan sonra Almanya yollarına düştük. Uluslararası Hukuk Fakültesi terkim. Tam o sıralarda Hıristiyan Sosyal Birliği başkanına tepki gösterdim. 2. Dünya Savaşı sırasında Yahudilere karşı düşüncelerini Türkler'e karşı da taşıyorlardı. "
O zamanlar sporla uğraşıyormuş, eski Avrupa Gençler Şampiyonu bir güreşçiymiş. Bu olay büyük tepki toplamış ve Türkiye'ye kaçmak zorunda kalmış. Devam ediyor: "Geldiğim gibi askere gittim. Askerlik bitti, tekrar okumak için Hacettepe Üniversitesi'ne başvurdum ama olmadı. Sonra çevremdekiler dedi ki; 'Almanca biliyor musun, peki İngilizce?' İkisini de iyi biliyordum. "Neden rehber olmuyorsun?" dediler. Rehberlik serüvenim böylelikle başlamış oldu."

 Yatağa Bağımlılar Pavyonu
 Erzincan depreminde gönüllü tercümanlık
Darülaceze'de herkesin bir roman kıvamında öyküsü vardır. Soracak oluyoruz. Rehberlik yaparken bir kazanın onu sakat bıraktığını öğreniyoruz.
"1983 yılında korsan rehberliğe başladım. Bütün Ege bilhassa Kuşadası ve çevresinde yaptım. Derken bir gün kaleden düşerek bir kaza geçirdim. Ayağımın altındaki taş kaydı, yere yuvarlandım. Belim ve kaburgalarımın bir kısmı kırılmıştı. 20 gün komada kaldım. 3 ayın sonunda da bilincim yerine geldi."
Sanki tipik bir Yeşilçam filmi senaryosu dinler gibiyiz. "Vahim bir kazadan sonra bir dizi ameliyat geçirdim, derken 1991 yılında büyük bir Erzincan depremi yaşandı. 6 ay orada gönüllü tercümanlık yaptım bu sakat halimle. Yabancılar gelmişler, o dönem uygun tercüman bulamamışlar. Bana tekerlekli bir sandalye almaları karşılığında bu görevi seve seve yaptım. Düştük yollara üç köy yeniden inşa edildi, ben bunların yapılmasına katkıda bulunduğum için gurur duyuyorum."
Böyle bir maceradan sonra, Darülaceze.
 Peki hep yalnız mıydı hayatında, birini sevmiş miydi? Elbet birilerini sevmiştir diye düşünüyordum. Usulca sordum evlenip evlenmediğini.
"28 yaşında evlenmiştim. Aslında evlilik yaşamadım gibi bir şey. Kaza engeloldu. Kazadan sonra eşimden ayrıldım. Onu da kendim gibi engelli bir yaşama mahkum edemezdim. Buraya nasıl geldiğime gelince, Bahçelievler'de tedavi görürken o zamanın Başbakanı Tansu Çiller ziyaretimize geldi. Ben Başbakanımızı yakaladım, dedim ki, 'Sayın Başbakanım 1,5 yılı aşkın süredir tedavi görüyorum, tedavilerim bitti. Benim memleketim Yozgat Akdağ'da yüksek bir yayla köyü, ormanlık. Ben şimdi buradan taburcu olunca köyüme döneceğim ama ben köye gittikten sonra yaza çıkar mıyım veya daha ne kadar yaşarım bilemiyorum. En yakın Sağlık Ocağı 30 km. doktor yok, köy sadece beş hane. Annemi, babamı mı taciz edeyim bana baksınlar diye zaten iyice yaşlandılar. Bana bakamazlar, kendi hayvanlarıyla zor uğraşıyorlar. İşte o gün bugündür burada yaşıyorum."
Anne baba katlanamaz buna
 Murtaza Cömert, Darülaceze günlerini anlatmaya başlıyor. Öyle kısa bir zamana sığacak gibi değil, dile kolay ömrünün 13 yılı.
" 13 yıldır buradayım. Burada en ağır hastalar bizleriz. Yatalak olduğumuz için hastalar psikolojik sorunlar yaşıyor. İnsanların sinirleri hırpalanıyor, buradan çıkıp gitmek isteyenler de oluyor. Ama sonra pişman oluyor, geri dönmek istiyorlar. Bizim yükümüz ağır, kimse çekmek istemez. Anne, baba bile buna katlanamaz. Ancak maddi durumu iyi olacak ki bunu yapabilsin!"
 Bahçedeyiz. Düzenli, göze hoş görünen bir bahçe burası. Her tarafa banklar yerleştirilmiş. Güvercinlerin kanat sesleri insana huzur veriyor. Sakinler ekmekle besliyorlar onları. Murtaza Cömert tekerlekli iskemlesini bir oraya bir buraya çekiyor, sonra soluklanıyor:
"Anlatabiliyor muyum, yoksa kolay mı? Ama bu kurum bizim her şeyimize katlanıyor. Bir zamanlar ben buranın en asabi hastasıydım, zamanla alıştım bu halime, şimdi arkadaşlarıma yardımcı oluyorum, yeni gelenleri buradaki yaşama adapte etmeye uğraşıyorum. Burayı doğru algılamak çok önemli. Burası akıl almaz derecede müşkül durumda olan insanları barındırıyor. Hastaların yaşamı için her tür gereksinimi sağlamışlar, daha ne yapsınlar. İçişleri Bakanlığı tarafından yürütülüyor, şimdilerde başbakanlığa devredildi. Daha önceleri belediye dönemiydi."
Güvercinler kanatlarını bahçenin bir yanından öte yanına ulaşmak için kanat çırpıyorlar. Kanat sesleri sessiz bahçede kulağa hoş geliyor. Güvercinler burayı mesken edinmişler. Murtaza Cömert, yine iskemlesini bir oraya bir buraya döndürüyor; bir şeyler söyleyecek ama söyleyemiyor.
 "Bir şey mi söyleyecektiniz?"
 "Evet, nasıl söyleyeyim. Yatalak hastalara bakmak dünyanın en zor işlerinden biridir. Hastanın üç kez altının değiştirilmesi gerekiyor. Eğer hastanın altı kirlenmişse yıkanması gerekiyor. Titizlikle yıkanması gerekiyor. Bu bakımı yapanlar ise düşük ücretle çalışıyorlar. Yatalak birimlerde çalışan personelin ücretleri daha fazla olabilir. Bu da motivasyonu yükseltecektir. Onun dışında hemşirelerimiz, doktorlanmız mükemmel, onlar kesinlikle cennetlik insanlar."
Dobracı Murtaza sohbetimizi sonlandırırken çok doğru bir laf ediyor. Hiç kimse ölümü bekleyerek yaşayamaz. Darülaceze burada kalan sakinlerine huzurlu yaşam alanı sağlıyor.


21 Kasım 2012 Çarşamba

KASIM AYI BLOG ÇEKİLİŞLERİ

KASIM AYI BLOG ÇEKİLİŞLERİ

UĞUR BÖCEĞİ MAGNETİ İSTEYEN VAR MI:?


İŞTE GÜZEL BİR ÇEKİLİŞ DAHA


ÖYLESİNE BİRİNİN KİTAP ÇEKİLİŞİ




FİNCAN TAKIMI İSTEYEN VARSA BUYURSUN



SİBELİN HOBİ DÜNYASINDA  DA ÇEKİLİŞ VAR




OJE SANDIĞINDAN BÜYÜK ÇEKİLİŞ :)



GÜZELLİK NEHRİ ÇEKİLİŞİMİZE BEKLERİZ!!!!! (29 KASIM)

20 Kasım 2012 Salı

DARÜLACEZEDEN PORTRELER-1

Merhabalar efendim.Görüşmeyeli nasılsınız?Umarım iyisinizdir :)
Ben hava değişimi, iş stresi ve yorgunluğundan takviye ilaçlarla ayakta kalabilmekteyim.Allahtan bünye ilaç kokusuna alışıkda sorun olmuyor:)
Bugün konu başlığımızdan da anlayacağınız üzere Darülaceze hayatından bir kesit sunacağım sizlere.Eğer ilgi görürse devamıda gelecek.Bilmiyorum yaşlılarımızla ne kadar nasıl ilgileniriz.Ama bilinen gerçek ortada olandır. İşte size aktarmak istediğim de bu hayatlar.

Kalabalığın Ortasında Yalnızlık

 

 
    Konumuz Darülaceze'de işitme engelli olmak. Daire 8'e düşüyor yolumuz. Recai Duloğlu ve Zeki Erol'un sessiz dünyalarına. Biri aniden işitme duyusunu kaybetmiş, öteki ise bir kazadan sonra. Hiç konuşmadan yaptığım bu röportajda kalabalığın içindeki yalnızlıklarını anlattılar bize.

    Kalabalığın Ortasında Yalnızlık Recai Duloğlu'nun odasındayız. Tekerlekli sandalyesinde, televizyona bakıyor. Televizyon son sesine kadar açık. Röportaj için kalemimiz ve kağıdımız hazır. Sorularımızı kağıda yazacağız. Recai Duloğlu yazdıklarımıza cevap veriyor. Duloğlu, 2000 yılında işitme engelli olmuş. On yedi aydır Darülaceze'de yaşıyor. İşitme engelli olmadan önce de sigara damarlarını tıkadığı için iki bacağı da kesilmiş. Duloğlu, sana hayat hikayemi anlatayım diyerek başlıyor yüksek sesle konuşmaya. "Ben 1940 doğumluyum. On yedi aydır buradayım. Kadıköy yolcu iskelesinde memurdum, askere gitmeden önce. Askerden döndükten sonra işe almadılar. Elektrik işlerinde çalıştım. 1963 yılında evlendim. Anlaşamadık ayrıldık. O Almanya'ya gitti. Daha sonra kahve açtım, kahveyi birahaneye çevirdim. Ama iflas ettim. Tabii moral bozukluğuyla ayaklar ve gözler gitti. Sağ ayağımın kesilmesi için imza attım. Ameliyattan sonra bir uyandım, ikisi de gitmiş, yok. 2000 yılında da işitme engelli oldum." Hiç soluk almadan anlatıyor Duloğlu.
 Kağıda yazarak sormaya devam ediyoruz, bazen okuyamıyor yazıyı, yazının üstünden geçiyoruz. "Sonra çok aradım doktoru ama bulamadım. Sigara damarlarımı tıkadığı için kesildi bacaklarım."
 "Hala sigara içiyor musunuz?" sorusuna cevabı şu oluyor. "Doktor içme diyor. Ama ben içiyorum. Sordum doktora en azından günde üç tane içeyim diye, olmaz dedi. Ben de şimdi on beş gün içiyorum, on beş gün ağzıma bile sürmüyorum."
 Nasıl işitme engelli olduğunu ise şöyle anlatıyor. "İlk önceleri ses mes gelmeye başladı. Tuhaf bir ses. Sürekli ötüyordu kulağım. Doktora gittim, üç gün sonra gel dedi. Gittim tekrar doktora, kulaklık takılması gerekiyor dedi. Para yok ki, nasıl taktırsaydım. Birden bire sağır oldum işte. Bazı insanlar konuştukları zaman duyabiliyorum. Tabii tam duyamıyorum. Burada bir hemşire var, onu duyabiliyorum. Uzaktaki sesleri duyabiliyorum bazen. Ama tam sağırım."
 Duloğlu'nun günleri televizyon izleyerek ve kitap okuyarak geçiyor. Kütüphaneden sürekli roman alıyor okumak için. Bunun dışında da hergün gündelik gazeteleri okuduğunu söylüyor.
 Duloğlu'nun odasından ayrılıyoruz. Karşı odada kalan Zeki Erol'un yanına gidiyoruz. Zeki Erol sigara içiyor. Onun da iki bacağı kesilmiş. Yatağının hemen yanı başında ayna ve komodin var. Bir dünya saklı sanki. Aynanın üstünde şiir yazıyor ve fotoğraflar asılı. Komodinin üstünde de fotoğraflar var. Biraz sonra bana, "Şuraya baktığında, geçmişin anıları yaşıyor," diyecekti.



Zeki Erol ile de kağıda yazarak anlaşıyoruz. Erol, 39 yaşında, on dokuz yıldır da burada yaşıyor. 1986'nın son ayında trafik kazası geçiriyor. 1989 yılına kadar hastanelerde geçiriyor hayatını. Hayatta kalabilmesi için yoğun tedavilerden geçiyor. Serum tedavisinden sonra ise işitme engelli oluyor. "Kazadan sonra bir yıla kadar evde kaldım. Özürlü insanlara bizim toplumumuzun bir bakış açısı vardır, acıma duygusuyla bakıyorlar. Böyle de bir şeyler başarabileceğinize, kendi ayaklarınızın üstünde durabileceğinize inanmıyorlar. O yüzden de dışarıda yaşaması çok zordu. Zaten evde yatakta geçiyordu hayatım. Hatta dışarı çıkmadan ve güneş yüzü görmeden. "Erol, mobilya doğrama ustası ama yapmadığı iş kalmamış. Trafik kazası geçirmeden önce gazetecilik bile yapmış. "Ben gazeteciliği bir buçuk yıl yaptım. Hürriyet'te ve Milliyet'te muhabirlik yaptım. Birçok fIaş haberde imzam çıkmıştır. Çok aktif bir hayatım vardı. Günde iki saatlik uykuyla yaşardım. Bir günün içine çok şey sığdırırdım. Şimdi arkaya dönüp baktığımda her şeyi yaşadığımı düşünüyorum. Ama
şimdi bambaşka bir dünyadayım."
    Erol, 1989'un mart ayında gelmiş Darülaceze'ye. Buraya geldiğinde bacakları varmış. 1990 yılında da bacakları kesilmiş. "1990'ın ekiminde beni hastaneye sevk ettiler. Bacaklarım kesildiğinde hayata yeniden merhaba dedim. Kazadan sonra bacaklarım hep yara içindeydi. Yatalak bir şekilde yaşıyordum. Beni hayattan küstürüyordu. Ne arabaya oturabiliyordum ne de bir şey yapabiliyordum. Sabahtan akşama kadar ters yatıyordum. O günlerde hayatla ilgili hiçbir şey düşünmüyordum. Bacaklarım kesildikten sonra kendimi toparladım. Burada yapabileceğim şeyleri yapmaya başladım. Rehabilitasyona gitmeye başladım, halı dokudum, maketlerle kibrit çöpleriyle bir şeyler yapmaya başladım."
İşitme engellilere toplumda nasıl yaklaşıldığını soruyoruz. "Çok istediğin bir şeyi engelli olsanda yapabilirsin ama insanlar bunu anlamıyor. Yanına gelen insanlar sana hasta gözüyle bakıyor. 'Vah, vah,' diyorlar. Aslında moral verdiğini sanarken, seni iyice umutsuzluğa sürüklüyor."
 "Peki, toplumun işitme engellilere nasıl yaklaşması gerekir?"
"Benimle sohbet etmeleri için özveri göstermeleri gerekiyor. Yeri gelince acıyarak bakarlar ama özveriye gelince umursamazlar. Mesela burada ki insanlar benim neden konuşmadığımı sorarlar, ben de anlatırım. Sen bana özveri gösterecek misin, derim. Söz veriyorlar ama iş konuşmaya gelince ben onları anlayamıyorum. Anlamadığımı söyleyince de yazmayı düşünmüyor. İşine gelmiyor, uğraşmak istemiyor. İnsanların çoğu böyle."
Erol, işitme engellilerin sorunlarını anlatmaya devam ediyor. "Hayatının hiçbir döneminde aktif olma şansın yok. İnsanlar sana o şansı tanımıyor. Burada dışarı çıktığımda duymadığım için dışlanıyorsun. Duymadığını bildikleri için, kimse sana bir şey söylemeye kalkmıyor. İnan bana sadece bacaklarının olmaması bir sorun değiL. Tüm sorun duymamak. O her şeyi sorun yapıyor. Çünkü karşındaki insanlar ona göre hareket etmeyi bilmiyor. Yalnızlığa itiliyoruz. Toplumun içindeyiz ama etrafımızdaki kalabalığa rağmen yalnızlığı yaşıyoruz. Sen orada hiç yokmuşsun gibi hareket ediliyor. Seni kimse umursamıyor. Herkes kendi arasında konuşuyor. Sen de otur öyle. Sonra biri farkediyor, neden konuşmuyorsun diye soruyor."
 Erol, insanlar onunla anlaşmak istediğinde kendisinin de özveri gösterdiğini söylüyor. "İnsanlar benimle konuşmak istediklerinde ben onları anlarım. Çaba gösteririm. Gerçekten benimle iletişim kurmak isteyenlere yardımcı olurum. Anlaşarnama olasılığı çok az olur. Ben kendimi eğittim. Bazı ağız hareketlerini anlayabiliyorum. Şu günlerde kimseyle iIetişimim yok. Çaba sarfetmekten bıktım artık."
 Erol sürekli sigara yakıyor. Aynasındaki şiire bakıyoruz. Kendi şiiri olduğunu söylüyor. Beş yıl öncesine kadar şiirler yazıyormuş. Ama artık yazmadığını söylüyor. Nedeni ise, "Hayat anlamını kaybetmiş gözümde. Her şey boş ve anlamsız. Ben şiir ve anı yazmayı severdim. Mutluluk denilen şey insanlarla paylaşılandır. Tek başına yaptığın hiçbir şeyin anlamı kalmaz. Başkalarıyla paylaşmadıkça, yaptıkların anlam ifade etmemeye başlar. Bak şurada bilgisayarın parçaları duruyor, yapmak için bir sebep bulamıyorum. Yazmak da öyle bir şey. Bir şeyleri yaşar onu paylaşırsın. Ben yazmışım kimin umurunda." Komodini göstererek, "Şuraya baktığında geçmişin anıları yaşıyor, sen anlayamazsın. Elimde kalan tek şey. O anıları unutturacak bir şey yaşamıyorsam, ne anlamı var ki yazmanın. "
Erol'u ikna etmeye çalışıyoruz ama ikna olmuyor, devam ediyor anlatmaya haklı olduğunu göstermeye. "Şu duvar beyaz değil mi? Şimdi beyaz, karanlığın içinde o beyaz siyah oluyor. Siyah gündüzleri neden beyaz olmaz? Siyah, her zaman siyahtır değil mi? Ama beyaza bakınca da siyah görüyorsun. Gündüzleri aydınlık ondan sonrası hep karanlık. Beyaz bile siyah. Yalnızlık işte o."
 Erol bize son olarak da şunları söylüyor. "İnsanların buraya gelip, buradaki yalnız insanlara yarenlik yapmaları gerekir. Ne kadar huzur, ne kadar güven olsa bile buradaki insanların en büyük sorunu yalnızlık. Buradaki huzurun içine hayat katabilecek olan insanlardır. Dışarıdaki insanların ilgisine ihtiyaçları var, buna ben de dahilim."

İŞTE EFENDİM DARÜLACEZEDE HAYAT BÖYLE 


14 Kasım 2012 Çarşamba

BU ARALAR BEN ...

KLASİK BİR BAŞLIK KABUL EDİYORUM

Ne mi yapıyorum bu aralar

Paşamın (daha önce burda adı geçen canlı oluyor kendileri) odasını değiştirdim garibim yerini yadırgadı heralde bi türlü bulamıyor kafesini.

Dikiş dikmeyi yeni yeni öğreniyorum o yüzden ufak tefek şeyler dikiyorum Paşam için yeni bir kafes tülü diktim çokda şık olduğunu düşünüyorum(makinam bozuk en kısa zamanda fotoğraflıcam)

Evimin düzenini değiştiriyorum yeni eşyalar vs.yerleştirmeyle uğraşıyorum.

Çok yoğun bi iş tempom var nerdeyse her haftasonu çalışıyorum.Bu yüzdendirki iş stresinden dolayı vücudum çökmek üzere hastane,doktorlar,tahliller,ilaçlar ( ALLAHtan yabancı değilim :) :)  ) uğraşıp duruyorum.
PHARMA NORD OMEGA 3  ve PHARMA NORD MULTİVİTAMİN kullanıyorum fiyatı uygun içeriğide oldukça zengin bi kaç gündür kullanıyorum gayet zinde tutuyor.Kesinlikle tavsiye edilir.


İŞTE BUNLARDAN DOLAYIDIR Kİ BİR HAFTADIR POST YAZAMIYORUM.ANCAK MERAK ETMEYİN BURALARDAYIM YERLEŞEYİM RUTİN DÜZENİME GERİ DÖNECEĞİM.

SAĞLICAKLA KALIN ....

7 Kasım 2012 Çarşamba

LİPTON SOFTCASHMERE


LÜTFEN DİKKAT:
TANITIM VEYA REKLAM AMAÇLI BİR YAYIN DEĞİLDİR

Geçtiğimiz günlerde migrostan kutusunu beğenerek aldığım bir ürün LİPTON SOFTCASHMERE.Tabi ki hemen eve gelip demledim kokusu,tadı inanılmaz güzel zaten sınırlı sayıda üretilmiş özel ürünler kategorisinde.Sizde bitki çaylarını seviyorsanız kesinlikle kaçırmamalısınız.Ürünün resmi sayfası için buyrun

3 Kasım 2012 Cumartesi

2 Kasım 2012 Cuma

ALLAH KULUNDAN VAZGEÇMEZ!!!

“Rabbim, yerde ve gökte  söylenmiş her sözü bilir. Allah her şeyi işiten ve her şeyin aslını bilendir.”(21/Enbiyâ suresi, 4)
 
 

1 Kasım 2012 Perşembe

SONBAHAR TEMALI PEÇETE YÜZÜĞÜ İLGİNÇ TASARIM

Ben genelde peçete yüzüklerini halka şeklinde tahmin ederdim ama bu bana ilginç bir tasarım olarak geldi.Bakalım siz beğenecekmisiniz !!!

Eveeeeeettt.İşte başlıyoruz. :):)

MALZEMELER

Alçı
Kalıp(Aliminyum folyodan kendiniz yapabilirsiniz.)
Nemli bez
Minik yapraklar
Düşük zımpara kağıdı
Boya
Alkol mürekkebi
Kurdela
Silikon tabanca



1.)Aliminyum folyodan kalıplarımızı yapıyoruz




2.)Alçımızı istediğimiz oranda hazırlıyoruz.




3.)Kalıplara doldurarak üzerine minik yapraklarımızı koyuyoruz





4.)Kalıplarımız donduktan sonra çıkarıyoruz ve yapraklarımızı üzerinden alıyoruz.




5.)Önce zımparalayıp sonra nemli bir bezle düzeltiyoruz



6.)Kalıplarımızı boyuyoruz




6.)Üzeine mürekkep damlatarak kurumasını bekliyoruz




 7.)Kurdelamızı silikonla yapıştırıyoruz



VEE İŞTE PEÇETE YÜZÜKLERİMİZ HAZIR





     


31 Ekim 2012 Çarşamba

BEN BU PONPONLARA BAYILDIMMM...


Kesinlikle yapmam gereken bir çalışma bu daha önce buna benzer çalışmalar yapmıştımama bu şekilde değerlendirmek benim gibi kitapla yatıp kalkan biri için çok güzel olacak.Neyse efendim gelelim yapılış aşamalarına.

1.) Elimize ipi böyle sarıyoruz  



                              2.)Orta kısmından bağlayıp bir tarfında uzunca bir ip kısmı bırakıyoruz




                                                          3.)  Ortasını sıkıca bağlıyoruz


                                                           4.)Kenarlarını kesiyoruz






VEEE İŞTE PONPON KİTAP AYRACIMIZ HAZIIRRRRR... :):)



 GÜLE GÜLE KULLANMANIZ DİLEKLERİMLE .

Ayrıntılı kaynak